1. İslam Medeniyetinde İlim

İslam, bilgiye, eğitime, öğretime ve ilim insanlarına önem veren bir dindir. Kur’an-ı Kerim, pek çok ayetinde insanları akıllarını kullanmaya ve düşünmeye çağırır.

 

a. İslam Medeniyetinde İlim ve Eğitim Kurumları

 

Beytü’l-Hikme

İslamiyet Mısır, Yunan, Hint ve İran gibi büyük medeniyetlerin kurulup geliştiği topraklar üzerinde yayılmıştı. Bu durum Müslümanlara kendilerinden önceki medeniyetlerin zengin bilgi birikiminden faydalanma imkânı sunuyordu. Ancak bu imkânın kullanılabilmesi için çeşitli dillerde yazılmış eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi gerekiyordu. Abbasi Halifesi Mansur, Süryanice ve Sanskritçeden de çeviriler yaptırmış, sarayında bir kütüphane kurarak buraya bilgi hazinesi anlamında Hazinetü’l-Hikme adını vermiştir. Hazinetü’l-Hikmenin büyüyerek bir akademi hâline gelmesi ve Beytü’l-Hikme adını alması ise Halife Me’mun zamanında oldu.

 Beytü’l-Hikme:

1. Orta Çağ’ın en zengin kütüphanesi  

2. Tüm dillerden önemli eserlerin Arapçaya çevrildiği bir tercüme merkezi

3. Özellikle pozitif ilimlerle ilgili araştırmaların yapıldığı bir merkez hâline geldi.

DİKKAT: Müslüman âlimlerin tercüme faaliyetleri sayesinde İlk Çağ’a ait klasik eserlerin pek çoğunun günümüze gelebilmesi sağlandı.

 

Kütüphaneler

İslam dünyasında kütüphanelerin temeli aynı zamanda birer okul olan mescitlerde muhafaza edilen kitaplarla atıldı. Bunun yanında, halifeler, vezirler, yüksek devlet görevlileri ve halktan zengin kişiler de kendi özel kütüphanelerini kuruyorlardı. Örneğin Selçuklu veziri Nizâmülmülk Bağdat’ta Nizamiye adıyla bir medrese ve kütüphane kurdu. Onu genellikle kurucularının adlarıyla anılan başka kütüphaneler izledi.

İslam dünyasında Kültür ve uygarlığın önemli olduğu merkezlerden biri de Kurtuba idi. Endülüs Emevi halifelerinden II. Hakem daha veliahtlığı döneminde Emevi sarayında yüz binlerce cilt kitabın bulunduğu büyük bir kütüphane kurmuştu. Her dine mensup olanlara açık olan bu kütüphaneler aynı zamanda bilgi alışverişinin yapıldığı birer yüksek okul durumundaydı.

 

Camiler

İslam uygarlığında eğitim ve öğretim Hz. Muhammed’in ilk Müslümanlara Kur’an-ı Kerim ayetlerini öğretmesiyle başladı.

Peygamberimiz hicretten sonra Medine’de ibadet yeri olan Mescid-i Nebevî’yi aynı zamanda bir okul hâline getirdi. Burada eğitim alanlara, mescidin sofasında toplanan dostlar anlamına gelen “Eshâb-ı Suffe” adını verdi. Böylece İslam dünyasında mescitlerin ve camilerin ibadetin yanı sıra eğitim öğretim amacıyla da kullanılması geleneği başladı. Diğer yandan bu uygulama ileride kurulacak eğitim kurumlarına model oldu.

Özellikle dinî ilimleri  camilerde okutulmaya devam etti. Eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü camilerin en tanınmışları Şam’da Emeviye, Bağdat’ta Mansur, Mısır’da Ezher ve Endülüs’te Kurtuba Camileri idi.

 

Medreseler

Ders verilen yer anlamına gelen medrese, Abbasiler Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Medreseler, İslam medeniyetinin cami dışı eğitim kurumlarıydı.

Bu kurumlar temel eğitimini tamamlayan talebelerin devam ettiği orta ve yüksek dereceli okullardı. Müslümanların medrese kurma faaliyetleri Büyük Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün 1067 yılında Bağdat’ta Nizamiye Medresesini kurmasıyla birlikte hız kazandı.

Başta Nizamiye medreseleri olmak üzere medreseler açılmasının amaçları:

  • İlim insanı yetiştirmek
  • Devlet görevlisi yetiştirmek (Özellikle kurumsallaşmaya çalışan Büyük Selçuklu Devleti açısından)
  • İslam dünyasında ortaya çıkan zararlı dinî faaliyetlerle mücadele edecek din âlimi yetiştirmek (Özellikle Hasan Sabbah ve Batıniliğe karşı)
  • İslamiyeti yeni kabul eden Türklere İslam dinin öğretecek din adamı yetiştirmek.

Medreselerde bütün masraflar devlet veya vakıflar tarafından karşılanarak ücretsiz eğitim verilirdi.

Medreselerde ders veren ve imtihanla seçilen öğretmenlere müderris, onların yardımcılarına ise müzakereci veya mu’îd denirdi.

Medreselerin yapısı:

Medreseler öğrencilerin hep birlikte ders yapabilecekleri büyük bir dershane ve onun etrafında dizilen odalar şeklinde inşa edilirdi.

Dersler ortadaki büyük dershanede işlenir, dersten sonra öğrenciler odalarına çekilerek çalışmalarına devam ederlerdi.

Medreseden özel bir imtihanla mezun olan öğrencilere icazetname denilen, üzerinde hocaların ve alınan derslerin adlarının yazılı olduğu bir diploma verilirdi.

Medreselerde dinî bilimler ve çeşitli dil derslerinin yanı sıra felsefe, mantık, tıp, matematik, geometri, astronomi, coğrafya gibi temel bilimler okutulurdu.

İslam dünyasında genel medreseler denilen bu eğitim kurumları dışında dâr-ül-hadis, dâr-ül-kurrâ, dâr-ül-hendese ve dâr-üt-tıb adlarıyla belli alanlarda eğitim veren ihtisas medreseleri de vardı.

 

2. İslam Âlimlerinin İlme Bakışı ve İlimler

İslam Dünyası 8.yüzyıldan itibaren İslam Rönesans’ı olarak bilinen büyük bir aydınlanma dönemine girdi. Bu dönemde dünyaca tanınmış ünlü İslam âlimleri yetişti. Farklı konularla ilgilenseler de İslam âlimlerinin ortak amacı kendisini, âlemi ve Allah’ı tanımaktı.

İslam medeniyetindeki ilk ilim dalları Kur’an ve sünnet üzerine yapılan çalışmaların sonucunda ortaya çıktı. Dinî ilimler başlığı altında toplanabilecek bu ilimlere toplumsal ihtiyaçların, komşu medeniyetlerle kurulan ilişkilerin ve tercüme faaliyetlerinin etkisiyle zamanla başka ilim dalları eklendi.

Farabi, ilimleri teorik ve pratik ilimler olarak ikiye ayırır.

Teorik ilimler: Matematik ve Fizik, kimya, coğrafya v.b doğa ilimlerinden oluşur.

Pratik ilimler: Fıkıh, kelam, hadis, tefsir gibi dinî ilimlerden oluşur.

Farabi’nin ilimler tasnifi ana hatlarıyla kendisinden sonra gelen âlimler tarafından da benimsendi.

Dinî ilimler; (Nakli Bilimler)

  • Vahiy ve sünnetten kaynaklandığı için İslam medeniyeti çerçevesinde Müslümanlara özgü ilimlerdir.

Tefsir: Kur’an ayetlerinin belirli kurallar doğrultusunda açıklanıp yorumlanmasıdır.

Hadis: Hz. Muhammed’in sözlerinin ve davranışlarının güvenilir şekilde derlenmesiyle ilgilenir.

Kelam: İman esaslarının felsefe yoluyla kanıtlanmasıdır.

Fıkıh: İslam hukuku anlamına gelir. Bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyen dinî hükümlerin yorumlanmasıyla uğraşır.

Pozitif Bilimler (Akli ilimler):

Akli ilimler, araştırma, deney, gözlem ve tecrübe yoluyla öğrenilen bilgi ile çalışır. İslam medeniyetinde insani bilgi denilen ve tüm insanlığın ortak malı olarak görülen bu ilimlerin başlıcaları tıp, matematik, fizik, kimya, felsefe, coğrafya ve astronomidir.

 

 

3. İslam Medeniyetinde İlmî Ekoller ve Âlimler

İslam uygarlığında farklı felsefi ekollerin ortaya çıkma nedenleri:

  • İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar arasında var olan dil ve kültür birliği Kur’an ve sünnetin anlaşılması konusunda ciddi ayrılıkların yaşanmasını önlüyordu.
  • Ancak zaman içinde gerek Arap olmayanların İslam’ı kabulü gerekse şehirlerde yaşayan farklı etnik gruplara mensup Müslümanların karışıp kaynaşmasıyla bu durum değişmeye başladı.
  • Mekke, Şam, Bağdat, Basra, Kahire ve Horasan gibi büyük merkezlerde yürütülen dinî eğitimlerde Kur’an’ın okunuşu ve anlamı ile Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamaları konularında yorum farklılıkları ortaya çıktı.
  • Bu farklılıklar İslam kültür ve medeniyetinde farklı felsefi ekollere kaynaklık etti.
  • Felsefi ekollerin ortaya çıkmasında Arapçaya tercüme edilen Hint, İran ve Yunan medeniyetlerine ait felsefe eserleri de rol oynadı.

Meşşâiyye ekolü

  • Aristo, derslerini yürüyerek anlattığı için ekolün ismi yürüyenler anlamına gelen Meşşaîyyûn’dur. Aristo’nun akılcı felsefesinden etkilenmiştir.  
  • İslam’ın temel kaynaklarını ihmal etmeden din ile felsefeyi uzlaştırmaya çalıştılar.
  • Düşünmeye, mantığa ve araştırmaya önem verdiler.
  • Meşşaîyyenin en önemli temsilcileri El-Kindi, Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’dür.

 Maturidiyye ekolü

  • Adını kurucusu El Maturidî’den alır.
  • Bu ekole göre insan fiillerinin yaratıcısı Allah’tır. İnsan bu fiillerden dilediğini yapıp yapmamakta hürdür. Çünkü insan Allah’ın gönderdiği peygamberler ve aklı yardımıyla faydalı olanı zararlıdan, kirliyi temizden, iyiyi kötüden ayırt etme gücüne sahiptir.

 Eş’arîyye ekolü

  • Adını kurucusu Ebu’l-Hasan el-Eş’arî’den alır.
  • Bu ekole göre iyilik, kötülük ve adalet gibi ilkeler Allah’ın emir ve yasaklarıyla anlam kazanır.
  • Bu nedenle Allah tarafından emredilen davranışlar ahlaken iyi, yasaklananlar ise kötüdür.

 Tabîiyyûn ekolü

  • Bu ekol, dünyanın yoktan var edildiğini ve kendi dışındaki üstün bir güç tarafından düzenlenip yöneltildiğini savunur.
  • Bu ekolde tabiatın bilimsel yöntemlerle araştırılması, bunun için de deney ve tümevarım yöntemlerinin kullanılması esastır.
  • En önemli temsilcisi Ebu Bekir Zekeriyya Razi’dir.

 Mu’tezile ekolü

  • Bu ekole göre, insanın dünyadaki iyi ve kötü davranışlarının yaratıcısı Allah değil, insanın kendisidir. Allah’ın insanlara iyi ve kötü arasında tercih yapabilme hakkı tanıması gerekir.
  • Aksi hâlde ilahi irade ile gerçekleşen bir davranışın sorumluluğu insana yüklenemez. Bu, Allah’ın adaleti ile de bağdaşmaz.

 

ÖNEMLİ İSLAM BİLGİNLERİNDEN BAZILARI

 

Farabi (870-950)

  • Farabi, felsefe dünyasında birinci öğretmen olarak görülen Aristo’nun fikirlerini en iyi yorumlayan filozof olduğu için ikinci öğretmen anlamında “muallim-i sani” unvanıyla anıldı.
  • “İhsaü’l-Ulûm” (İlimlerin Sınıflandırılması) adlı eserinde ilimleri tasnif etti.
  • “Medinetü’l-Fazıla”da (Erdemli Şehir) ise devlet yönetimiyle ilgili öğütler verdi. Hükümdarı, insan vücudunun en önemli organı olan kalbe benzetti.
  • “Kitabu’l-Musıki’l-Kebir” adlı eserinde müzik ile matematik arasında ilişki kurarak müziği bir bilim hâline getirdi.
  • Kanun adlı müzik aletini icat etti.
  • Eserlerinde yararlandığı kaynakları göstererek akademik dürüstlük ilkesini ortaya koydu.

 

İbn-i Sina (980-1037)

  • Batı dünyasında “Avicenna” adıyla bilinen İbn-i Sina,tıp alanındaki çalışmalarıyla tanındı.
  • “Kitabü’l-Şifa” ve “El Kanun Fi’t-Tıp” adlı eserleri kaleme aldı.
  • Eserleri, altı yüzyıl boyunca tıp öğretimi yapan Avrupa üniversitelerinde temel başvuru kitabı olarak kullanıldı.
  • “El Kanun Fi’t-Tıp”ta zatülcenp (göğüs zarı iltihabı), zatürre, menenjit, yüz felci, sarılık ve kemik iltihabı hastalıklarını tanıtarak bunların tedavi yöntemlerini anlattı.
  • Kanın gıda taşıyan bir sıvı olduğunu belirtti.
  • Ayrıca 760 çeşit ilaç hakkında bilgi verdi.

 

İbn-i Rüşd (1126-1198)

  • İbn-i Rüşd, felsefe ile dinin birbirinin bütünleyicisi olduğunu savundu. Bu konudaki görüşlerini Gazali’nin “Tehafütü’l-Felasife” adlı eserini çürütmek için yazdığı “Tehafütü’t-Tehafüt”te açıkladı.
  • Felsefenin yanı sıra optik ve tıp alanında da çalışarak ünlü bir tıp ansiklopedisi olan “El Külliyat”ı yazdı.
  • Batı dünyasında “Averroes” adıyla tanındı ve düşünceleri XIII. yüzyılda akılcı bir felsefe akımına dönüştü.
  • Avrupa ilk Rönesans’ını Latin İbn-i Rüşdcülüğü adıyla bilinen ve kilisenin skolastik felsefesine karşı çıkan bu akımla birlikte yaşadı.

 

İmam Gazali (1058-1111)

  • Gazali, aklın dine aykırı olmadığını söylemekle birlikte gerçeğe ancak iman yoluyla ulaşılabileceğini savundu.
  • Nakli esas alan bir âlim olarak Aristo, Farabi ve İbn-i Sina gibi aklı öne çıkaran filozofları eleştirdi. “Tehafütü’l-Felasife” (Filozofların Tutarsızlıkları) adlı eserinde söz konusu filozofların tutarsızlık olarak nitelendirdiği görüşlerini ifade etti.
  • Bağdat’taki Nizamiye Medresesinde müderrislik yaptı.
  • İnsanlara ahlaki öğütler vererek iyiliği ve kötülüğü davranışlara değil, niyetlere göre değerlendirdi. “İhyâü’l-Ulûmi’d-Din” (Din İlimlerinin Yeniden Yapılanması) adlı eserinde de Kur’an’a ve sünnete uygun bir hayat için önerilerde bulundu.

 

İslam dünyasında insan davranışları konusunda başka felsefi ekoller de ortaya çıkmıştır.

Bunlardan;

Cebriyye ekolü:  Güneşin doğması gibi insanın da fiillerinde mecbur olduğunu savunur. Dolayısıyla fiilleri yapan da yaptıran da Allah’tır.

Kaderiyye ekolü: İnsanın davranışları Allah tarafından belirlenmez. Onları kararlaştıran ve yapan insanın kendisidir.

 

Fıkıh ekolleri

Hz. Muhammed’e atfedilen “İçtihat edip isabet eden iki, içtihat edip yanılan bir sevap kazanır.” hadisi gereği dinî içtihatlarda bulunup yorumlar yapmışlardır. Bunun sonucunda da İslam dünyasında felsefi ekoller dışında çeşitli fıkıh ekolleri doğmuştur.

  • Hanefi (Ebu Hanife),
  • Maliki (İmam Malik),
  • Şafi (İmam Şafii),
  • Hanbeli (İmam Ahmed bin Hanbel)

NOT: Bu âlimler İslam’ın temel ilkelerinde birleşmekle birlikte ibadet biçimleri ve meselelerin çözüm yolları ile ilgili farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

 

Bunların dışında bir de Tasavvuf ekolleri vardır:

  • Farklı yaklaşımlar içermekle birlikte temelde Allah sevgisi, ruh temizliği ve güzel ahlak gibi ortak ilkeler etrafında birleşmiştir.

 

4. İslam Medeniyetindeki Başlıca İlim Havzaları

 

5. İslam Âlimlerinin ve Müslümanların Avrupa’ya Etkileri

  • Orta Çağ Hıristiyan dünyasında kilisenin aklı ve bilimi reddettiği bir dönemde Müslümanlar din ile bilimi bağdaştırdılar. Böylece skolâstik düşüncenin hâkimiyeti altındaki Avrupa’nın fikrî bakımdan karanlıkta olduğu bir dönemde akılcı düşünceye dayanan ileri bir medeniyet kurdular. Her alanda dünyaca tanınmış ünlü bilginler yetiştirdiler.
  • Müslümanlar ilimde ve teknolojideki çalışmalarıyla İslam medeniyetine olduğu kadar Avrupa medeniyetine de katkıda bulundular.
  • Avrupalılar XI. yüzyılın sonlarına doğru Müslümanların ilim ve fenniyle tanışıp bunlardan sistemli bir şekilde faydalanmaya başladılar.
  • Bu yolda ilk adımı atanlardan biri Rahip Raymond (Raymınd) oldu. Raymond, Tuleytula’da  Avrupa’nın ilk Doğu ilimleri okulunu açtı. Ayrıca bir tercüme evi kurarak burada İslam âlimlerinin eserlerini Latinceye çevirtti. Böylece Avrupalılara İslam filozoflarının akılcılığı öne çıkaran düşüncelerini öğreterek Rönesans ve Reform hareketlerine zemin hazırladı.
  • İslam medeniyetinin etkilediği bir diğer Avrupa ülkesi İtalya oldu. Bu ülkede binaların mimari özelliklerinden ders programlarına ve öğretim yöntemlerine kadar İslam medreselerini taklit eden üniversiteler kuruldu.
  • Tıp alanındaki İslam eserlerinin tercümeleri sayesinde Avrupa’da hastalıklara bakış açısı değişti. Hastalıkların insanın içine giren şeytandan kaynaklandığı ve hastanın rahibin duasıyla iyileşebileceği anlayışı yerini bilimsel teşhis ve tedavi yöntemlerine bıraktı.
  • Batılılar matematikte sıfırın kullanımını Müslümanlardan öğrendiler. Sıfırı bulan ünlü İslam matematikçisi Harezmî, Hintlilerden aldığı dokuz adet rakama sıfırı ekleyerek onluk sistemi tamamladı. Böylece karışıklıklara yol açmadan matematiksel işlemlerin kolayca ifade edilmesini sağladı.
  • Sıfırın keşfi Avrupa için dönüm noktası oldu. İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci onluk sayı sistemini tanıttı. Böylece Romen rakamlarıyla toplama ve çıkarma yapmakta zorlanan Avrupalılara günlük hayattaki matematiksel işlemleri kısa yoldan kolayca yapabilmeyi öğretti.

 

6. İslam Medeniyetinde Sanat

  • İslam sanatı dinî ilkeler ve ihtiyaçlar çerçevesinde şekillendi. Böyle olduğu için de İslam medeniyetinde en ileri giden sanat dalı mimari oldu. Camiler, medreseler, çeşmeler, hamamlar, su kemerleri, darüşşifalar, saraylar, kervansaraylar böyle ortaya çıktı.
  • İslam medeniyetinde mimariye bağlı olarak çeşitli süsleme sanatlarında ileri gidildi. İbadet mekânları nakışlarla süslendi.
  • İslam’ın ilk dönemlerinde putperestliği canlandırabileceği düşüncesiyle hayvan ve insan resimleri yapmaktan kaçınıldı. Onun yerine süslemelerde genellikle bitkisel motifler ve geometrik şekiller kullanıldı.
  • İslam sanatında süsleme öğelerinden bir diğeri olan yazı hüsn-ü hat denilen güzel yazı sanatını ortaya çıkardı.
  • El yazması kitaplar kaleme alındı. Kitap ciltlerinin ve iç sayfalarının süslenmesi amacıyla da tezhip ve ebru sanatları geliştirildi.
  • Müslüman sanatçılar insan resimleri yapmaktan kaçınsa da bu durum minyatür sanatının gelişmesine engel olmadı. İki boyutlu ve gölgesiz resimler olan minyatürlere çeşitli konularda yazılmış pek çok eserde yer verildi.
  • Müslüman sanatçılar İslamiyet’i kabul eden milletlerin sanat anlayışını bir potada eriterek güçlü bir sentez ortaya çıkardılar.
  • İslam mimarisinde kümbet ve türbe yapımı Türklerin ölü gömme âdetlerinin ve çadırlarının etkisiyle başladı.
  • İslam sanatı Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte yeni bir gelişim sürecine girdi. Türkler başta mimari olmak üzere ağaç oymacılığı, taş işçiliği, çinicilik ve musikide hayranlık uyandırıcı eserler verdiler. Özellikle hat alanında büyük sanatçılar yetiştirerek İslam dünyasında “Kur’an Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü ortaya çıktı.