Cumhuriyet, ülkeyi halkın seçtiği bakanların ve cumhurbaşkanının yönettiği, yani bir bakıma halkın yönetimde doğrudan söz sahibi olduğu bir yönetim biçimidir. Tarihte “Cumhuriyet” kelimesinden ilk olarak Roma’da kurulan bir devlet için kullanıldığı düşünülmektedir. Ülkemizde Cumhuriyet rejimiyle ilgili ilk düşünceler Osmanlı Devleti’nin son yıllarında bazı gruplar tarafından yavaş yavaş gündeme getirilmiştir. Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti’nden önce var olan devlet mutlak monarşi ile yönetilen Osmanlı Devleti’ydi. Bu yönetim şeklinde, ülke yönetiminde halkın hiçbir şekilde yönetimde sözü geçmemesiyle birlikte sadece padişahın, yani en yetkili kişinin sözü geçerdi. Zamanla savaşlar, ekonomik sıkıntılar, Avrupa’daki sanayi devrimini ve gelişimini takip edememe gibi etkenlerden dolayı Osmanlı Devleti güç kaybetmeye ve zayıflamaya başlamıştı. 1.Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle birlikte ülkenin içine düştüğü durumun sonucunda kurtuluş yolları aranmaktaydı. Başlangıçta hiç anılmayan “Cumhuriyet” kavramı kurtuluş savaşının sonlarına doğru gündemde kendine yer bulmaya başlamıştı.
Osmanlı Devleti’nin içinde olduğu bu sıkıntılara yanıt verememesi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının, işgal altında olan ülkeyi yeniden bağımsız bir Türk devleti yapma mücadelesinin parçası olarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisini açmasına sebep olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), İtilaf Devletlerinin işgallerine karşı halkın iradesiyle hareket etmek için Mustafa Kemal Paşa önderliğinde açılan bir meclistir. TBMM’nin kuruluşu ile birlikte tahtını korumak isteyen padişahın destekleriyle ülkeyi işgal eden İtilaf Devletlerine karşı direnişler başlamıştır. İşgaller, halkın üstün gayretleri ve fedakârlığı sayesinde bölgesel olarak Kuvâ-yi Milliye birlikleriyle yapılan direnişlerle engellememeye çalışılıyordu. Güney Cephesinde Fransızlarla, Doğu Cephesinde Ermenilerle, Batu Cephesinde Yunanlılarla savaşıldı. Mustafa Kemal Paşa, doğuda yaptığı kongreler ve toplantılarla halkın desteğini kazanmış ve düzenli ordunun kurulması çalışmalarına başlamıştır. Güney ve Doğu cephelerinde TBMM önderliğinde Kuvâ-yi Milliye savaşmıştır. İzmir’in işgali ile başlayan Batı cephesinde ise TBMM’nin kurduğu düzenli ordu sayesinde İzmir, 9 Eylül 1922’de düşman işgalinden kurtulmuştur. Çok zorlu süreçlerin ardından 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütakeresi ile fiilen biten Kurtuluş Savaşı 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen son bulmuştur. Kurtuluş Savaşı ile Türk Milleti bağımsızlığı uğruna neler yapabileceğini göstermiş oldu.
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra ülkede yönetimi TBMM tarafından yürütülüyordu. Bakanların meclis tarafından seçilmesi ve son zamanlarda uyumsuzluklar olması ile mecliste birçok işi aksamaktaydı. Bazı bakanların verilen görevleri bu uyumsuzluklardan dolayı kabul etmemesi gibi sorunlardan sonra bir çeşit hükümet bunalımı boy göstermeye başladı. Meclis başkanlığı görevini yürütmekte olan Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde bazı önemli meclis mebuslarını ağırladığı yemek sonrasında misafirleriyle kabine bunalımından çıkma yolu üzerine görüşmüş ve “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek aklındaki yönetim biçimini net bir şekilde ifade etmiştir. Cumhuriyetin ilanına giden yol zorlu ve olaylı bir yol olsa da 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM’deki konuşmasından sonra kabul edilmiş ve Türk Milleti yönetimde bizzat yer almaya başlamıştır.
Cumhuriyetin önemini anlamak için o tarihlerde Türk insanının ne koşullarda olduğunu iyi anlayabilmek gerekir. O zamanlar çoğunluğu karamsar olan Türk insanına yol gösteren, umut veren Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ve bunun sonunda Cumhuriyetin ilanı için önemi hiç kuşkusuz çok büyüktür. Türk milletinin yönetim şekli cumhuriyettir. Bu, Anayasamızın 1. Maddesinde “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” cümlesiyle belirtilmiştir. Bu madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Henüz Hiç Yorum Yapılmamış