Bağımsızlık Yolunda
18. yüzyıla doğru Osmanlı İmparatorluğu Duraklama Devri’nden çıkıp Gerileme Dönemine doğru hızla yol kat ediyordu tüm dünya için en belirleyici olaylardan olan Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu başta milliyetçilik, hürriyet, eşitlik gibi fikirlerin yaygınlaşmasıyla 19. Yüzyılda çok uluslu yapısından dolayı dağılma sürecine gireceği aşikârdı. Dahası hem iç hem dış politikada yaşanan problemlerle birlikte diğer Avrupalı devletlerin gözünde çoktan topraklarının paylaşılması gereken “hasta adam” konumuna düşmüştü. 1. Dünya Savaşı sonucunda kaybedenler tarafında yer alan Osmanlı devleti tüm bu yaşanan yüzyılların yorgunluğu altında kalmıştı.
Savaş sonrasında imzalamış olduğu Mondros Ateşkes’ inin de yükü oldukça ağırdı. Her ne kadar bir ateşkes antlaşması olsa da Mondros adeta Osmanlı devletinin diğer devletlere kayıtsız şartsız teslim olduğu bir antlaşmaydı. Ordular terhis edilmiş aynı zamanda orduya ait silahlar, cephaneler toplanmıştı haberleşme ve ulaşım araçlarına da el konulmuştu. Boğazlar ise itilaf safında yer alan devletlere teslim edilmişti ve Anadolu işgale açık hale gelmişti yani ateşten gömleğin giyildiği zamanlar gelip çatmıştı. Paris Barış Konferansı sonrası İzmir’in işgali tüm memlekette geniş bir yankı uyandırdı. Böylelikle Türk milleti işin ne kadar ciddi olduğunun farkına vardı ve halk arasında bölgesel örgütlenmeler (kuvayımilliye) oluşmaya başladı. Fakat bu bölgesel örgütlenmeler yeterli değildi. Memleketin kurtuluşu için ulusal bir direniş gerekiyordu. Bir süre sonra da Anadolu insanının tepkisini ortak bir paydada toplayıp milli iradeyi etkin kılmayı amaçlayan ulusal bir parıltı tüm memleketi saracaktı. Mustafa Kemal’in önderliğinde milli bağımsızlık ve milli egemenlik 19 Mayıs 1919 itibariyle memleketin dört bir yanına ilmek ilmek işlenecekti. Bu doğrultuda bağımsızlığın ve birlik olmanın önemini anlatan ilk genelgeler Havza’da ve Amasya’da yayımlandı. Milli Mücadelenin bir süreliğine yürütme organı olacak temsil heyeti Erzurum’da kuruldu. Milli bağımsızlığın son derece önemli olduğu ve asla taviz verilemeyeceğinin kesinliği Sivas‘ta bir kez daha vurgulandı. Ve takvimler 23 Nisan 1920 Cuma’yı gösterdiğinde Ulu Önder Mustafa Kemal’in başkanlığını yapacağı Büyük Millet Meclisi (1. BMM) Ankara’da açıldı ve böylelikle milli egemenliğin ve milli bağımsızlığın en büyük simgesi ve dayanağı olan Büyük Millet Meclisi hükümeti dönemi başlamış; Yeni kurulacak devletin temelleri atılmış oldu.
Tüm bunların yanında 23 Nisan’ın ayrı bir önemi daha vardı: Mustafa Kemal Atatürk tarafından çocuklara armağan edilmiş bir gün olması. Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele döneminin en zor ve kötü koşullarında dahi çocuklarla yakından ilgilenmiş her daim çocuklara yardımcı olmaya çalışmıştır ve çocukların milli egemenliği ve milli bağımsızlığı ilelebet muhafaza ve müdafaa edeceğini aynı zamanda çocukların geleceğin bir teminatı olarak gördüğünü her daim yaptığı konuşmalarda belli etmiştir. Bu inancını Mustafa Kemal Atatürk bir gezisinde şöyle dile getirmişti: “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olanlar sizlersiniz kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunu düşünerek ona göre çalışınız.” diyerek çocuklara seslenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bu konuşmasında memleketi çağdaş devletler seviyesine çıkaracak gücün çocuklarda olduğunu ve çocukların çalışarak her türlü zorluğun altından kalkabileceğini vurgulamıştır. Büyük Millet Meclisinin açılışından dokuz yıl sonra bu günü çocuklara armağan etmiştir.
Biz çocuklara da bu armağanın değerini bilerek, sahip çıkmak; Atamıza layık olmaya çalışmak düşüyor. Bir kez daha umutla, inançla diyoruz ki: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Henüz Hiç Yorum Yapılmamış